'''Yol… Gitmek… Tekerlekler…
Ve bir hasta beyinle geçecek on sekiz saat. Hayatımın en değerli on sekiz saati.
Daha yaşamadım, ama biliyorum – hasta beynim gibi…
Gidince ‘çok özlemişim’ der gibi olurum ilk, alışkanlık. Durdurup kendimi
‘Çok özlüyorum’ diyeceğim. ‘Hem de çok’
En son beş yıl önce gittim ya da yedi… Önemsiz…
Bu zaman gidebilmek….
En çok da bu zaman ‘Çok özlüyorum’
‘Hem de çok’
Ne günün en sıcağında kaçıp yattığım minderler ne de o minderlerin yaslandığı buz gibi duvar olacak.
Çocukluğumun geçtiği tüm evler, duvarlar ve hayatlar yıkılmış.
İki ucu da aydınlığa çıkan yeşil halılı koridor da yok artık… En çok bu beni kahreden. O koridorun her yerinden kaçış planları yapabilirdim oysa ki. Dünyanın en büyük canavarıyla karşılaşsam ya da nefessiz kalsam… İki kapısı vardı bahçeye çıkan – ya biri ya diğeri.
Sadece uçurumlar…
Her gün topumun kaçtığı.
Sadece onlar aynı kalmış.
Şimdi gidiyorum ya, ne bildiğim bir mevsime ne de çocukluk arkadaşlarımın yanına.
Biz farklı şehirlerin çocuklarıydık her yaz orada buluşan. Şimdi hepimiz aynı şehirdeyiz -
Şimdi gidiyorum ya, ne yirmi beş yıldır çalışmayan arabayı üç gün uğraşıp çalıştıran dayım, ne de savaştan çıkmış evimizi bir günde eski haline getiren kahraman yengem olacak... Tüm dünyayı çiçek bahçesi gibi yapan kahraman yengem...
Şimdi farklı bir mevsimde…
İndiğim an ayaklarım çamura batsın istiyorum. Yağmur pantolon ceplerimden dizlerime sıçrasın.
Tanımadığım -yeni- evime varmaya çalışana kadar çamura karışmak – toprak olmak belki de tek ihtiyacım…
Hayır tek ihtiyacım sessizlik. O kadar sessiz olacak ki indiğim an, korkudan konuşmaya başlayacak kafamdaki tüm yaratıklar. Gerçi hiç susmadılar ya.
Ya da yeşil… O kadar yeşil olacak ki her yer, ne kırmızıya vakit kalacak ne maviye.
Susmak belki de. Sessizliğe eşlik etmek… Doğaya baş kaldırmamak.
Tek ihtiyacım günü kurtarmak, ilk defa… Yedi yıl önceki gibi, vakit geçsin diye telefonla yan odadakileri işletmek. Işığı yanan her evin kapısını gece yarısı tekmeleyip kaçmak…
Nüfus cüzdanımı almadan dışarı çıkabilmek – kimliğimden kurtulabilmek…
Gün geçsin diye, yarın gelsin diye,
Kısa günün karı yaşamak…
Şimdi gidiyorum ya ben.
En ‘normal’ kaçışım olacak bu seferki.
En değerli on sekiz saat, en değerli bayram..
Tek aynı kalan uçurumlar yedi yıl sonra.
Her zaferimin kaçtığı.
Yol…
Gitmek…
Tekerlekler…
Döngü - kısır.'''
Hiç dinmeyen bir dostluktan kalma izler..
Her şey bitti,kimsem yok dediğin anda,çok eskilerden yaptığın iyiliklerin karşılığını almak gibi,tertemiz lafını duyabilmek bu tadı yaşattırdı gibi,biraz elma şekerli,biraz vanilyalıymış hayat,sadece sert çikolata tadı değilmiş.herkes canavar değilmiş,kimseler yok değilmiş seni anlamayan..
Teşekkür ederim,dostum,cesaretine sana teşekkür ederim.
Konuşulamayanlara,cümlenin arkasında kalanlara,teşekkür ederim.
İyiki var olan sensin aslında,
Doğum günüme damgasına vuran senisn çünkü.
Çok uzaklardan gelip kalbime yerleştin çünkü..
Evet..
Hayat...
Kısır..
Döngüü...